30 Aralık 2008 Salı

CUMHURBASKANİ TARAFSİZ DEGİL

Komediye bakarmısınız bir haber okudum belkide 2008'in en komik,gülünç bir o akdar daiğrenç açıklması diyebilirim.Büyük adam,Erganekon avukatı,hangi taşı kaldırsanız onun çıktığı hemen avukatlığa soyunduğu gerçekte korkuyorum yarın İsrailede avukatlık yapacak diye büyük bir laf etmiş Cumhurbaşkanı tarfszı değilmiş bak sen Sizin demoktrat Ahmet efendi çok bağımsızdı değil mi? Ya adam da utanma bile yok,insandan allah korkar,Başbakanın çoçuğunun doktorunu atamış.. ne yapsaydı chp den,Tikko dan,dev sol üyesi falan birini mi atamalıydı,Haklısın halkın değerlerini hiçe saymalı,insanları ağlatmalı,insanlarla barışık olmamalı,fil kulelerinden bakmalı,çeteci olmalı,erganekoncu,maocu olmalı yada doğan medyasında olmalı kusuruna bakmayın sizin kriterlere uymamış bence hemen Anayasa Mahkemesine müraccat edin pardon orada şimdiler de karar alamamakta Danıştay ayda YARSAV'a müracaat edin hemen aşağı etsinler.Allahtan korkmuyorsunuz vede inanmıyorsunuz hiç değilse utanma arınız olsun ve maziye biraz bakın ne kadar tarfsız bir Cumhurbaşkanı vardı.Yılın son komedi açıklamsı bu ve sizleri gülmek üzere hemde katila katila gülmek üzere Zatı muhteremin açıklması ile başbaşa bırakıyorum.....


CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 'Son rektör ataması göstermiştir ki artık Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir' dedi
CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Genel Başkan Baykal başkanlığında toplandı. Alınan bilgiye göre, MYK'nın 2008 yılındaki son toplantısında Baykal, genel değerlendirmede bulundu.
2008 yılının önemli bir yıl olduğunu vurgulayan Baykal, AKP'nin 22 Temmuz seçimlerinden sonra yeni bir yola girdiğini ifade etti. Ülke sorunlarının 2008'in ortalarından itibaren, uluslararası krizin de etkisiyle kendisini daha çok hissettirdiğini belirten Baykal, CHP'nin zamanında gerekli uyarıları yaptığını, ancak bunların görmezden gelindiğini bildirdi.
''AKP'nin devletin temel düzeni ve laiklikle ilgili anlayışının ciddi bir tehdit oluşturduğunu anlatmaya çalıştıklarını ve milleti göreve çağırdıklarını'' kaydeden Baykal, AKP'nin 22 Temmuz seçimlerinde aldığı yüzde 47 oyu taşıyamadığını söyledi.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok önemli bir kırılma noktası olduğunu, bu seçimden sonra toplumdaki tereddütlerin arttığını dile getiren Baykal, ''Cumhurbaşkanı ciddi bir hakemlik görevi olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Gül bunu yapamıyor. Son rektör ataması göstermiştir ki artık Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığından söz etmek mümkün değildir. YÖK'te yapılan atamalarla üniversiteler AKP'nin kontrolüne geçmiştir. İstanbul Üniversitesi'ndeki atama bunun göstergesidir. Öğretim üyelerinin tercihi yerine Başbakan'ın doktoru atanmıştır'' değerlendirmesinde bulundu.
CHP Genel Başkanı Baykal, AKP'nin hedefinin üniversiteler ve yüksek yargıyı ele geçirmek olduğunu savunarak, adım adım gerçekleştirilen uygulamaların bu niyeti ortaya koyduğunu kaydetti. Haberleşme özgürlüğü ile medyanın bilgilendirme özgürlüğüne yönelik tehditler olduğunu anlatan Baykal, MİT ve Emniyet'e verilen dinleme yetkisini de ''çok vahim'' olarak nitelendirdi.
AKP Hükümeti döneminde yolsuzlukların da hız kazandığını iddia eden Baykal, buradan elde edilen paraların siyasi hedefler için kullanıldığını söyledi. Baykal, 2008 yılının CHP'nin daha iyi anlaşıldığı bir yıl olduğunu dile getirerek, CHP'nin din düşmanı, milliyetçilikten uzak olduğu yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığının da anlaşıldığını bildirdi.
Bu yılın CHP etrafındaki peşin hükümlerin ortadan kaldırıldığı bir yıl olduğunu kaydeden Baykal, partisinin etnik ve mezhepsel siyaset yapmayan bir anlayışa sahip olduğunu vurguladı.

26 Aralık 2008 Cuma


Biz, memleketin başına bela olan ve ‘sorun’ potansiyeli yüksek Özkök’ten söz ediyoruz. Hayır, ‘Ettiğim yemine sadık kalarak siyaseti TSK’ya sokmamaya gayret ettim. Kanunların yapmamamı söylediklerini yapmadım. Demokrat tavır koymasaydım, hükümetle alenen söz düellosu yapsaydım beni coşkuyla alkışlayacaklar vardı. Ama ben kendimi kimseye dalkavukluk yapmak zorunda hissetmedim’ diyen eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten sözetmiyorum. Burada bir sorun yok. Hilmi Özkök, olsa olsa ‘sorunsal’ olur... Kendisini ‘gereğinde fazla demokrat’ bulanlar açısından ciddi bir sorunsal üstelik...Biz, memleketin başına bela olan ve ‘sorun’ potansiyeli yüksek Özkök’ten söz ediyoruz. Hemen aklımıza, yemeyip içmeyip, ‘Orhan Pamuk niçin Ermeni bildirisine imza atmadı?’ sorusunun peşine düşen ve bulduğu cevaplarla hem göz önünde olmamayı tercih eden romancıyı, hem de bildiriye imza atmış aydınları sıkıntıya sokan ‘müseccel Özkök’ geliyor. Eh, gelmesi doğaldır. Handiyse onsuz bir günümüz geçmiyor. Bütün spekülatif ve manipülatif yazıların altında onun imzası var. Eskiden ‘kurnaz’ olduğunu düşünürdüm. Kötü niyetli bir adammış da... Hani, ‘Bu ülkede hiçbir Türk milliyetçisi, Kürt komşularının kapısına çarpı işareti koymadı’, diyordu, insanın o dakka Türk milliyetçisi olup Kürt komşularının kapısına çarpı işareti koyası geliyordu ya... Buna benzer bir kötü niyet... Yanlış anlamamalıymışız... Niyeti insanları üzmek ve rahatsız etmek değilmiş. Ama bir gazeteci olarak ‘gerçekleri öğrenmeye ve kamuoyuyla paylaşmaya’ hakkı varmış. Dolayısıyla Nobel’li yazarımız Orhan Pamuk’tan da o sorunun cevabını mutlaka almalıymış. Niçin ‘özür diliyorum bildirisine’ imza atmamış? Herkesler katılmış, o nerelerdeymiş? Çekindiği bir şey mi varmış? Bildiride dile getirilenleri yersiz ve sığ mı bulmuş? Gerek mi duymamış? Ne olmuş? Ne desin Orhan Pamuk? Hangi cevabı verse, karşısına ‘1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt kestik’ sözleri çıkarılacak. Ertuğrul Özkök de bunu yapıyor. Hem güya ‘durumu’ anlamaya çalışıyor, hem de bildiriye imza atmayan romancının vaktiyle hiç korkmadan bu sözleri sarfettiğini hatırlatarak ‘ulusal nefretimizi’ ayakta tutuyor. Demek istiyor ki, ‘Madem 1 milyon Ermeni kestiğimizi söyleyecek kadar ileri gittin... İşimizi kolaylaştırmak adına, biraz daha ileri gidip şu bildiriye de bir imza koysaydın ne olurdu sanki?’ Öyle bir hal ki... İmza atsan kurtulamıyorsun. İmza atmasan, yine kurtulamıyorsun. İmza atsan, ‘Bakın görün, ülkemizi jurnalleyenler bildiriyi nasıl da destekliyor’ durumu yaratılacak. İmza atmasan, ‘Bu ne hain amaçlı bildiri böyle... Ülkemizi jurnalleyenler bile imza atmaktan kaçınıyor...’ olacak. Ne yapsın Orhan Pamuk? Bir gazeteci merakından daha fazlasını barındıran bu ‘tecessüs’ karşısında nasıl bir pozisyon alsın? Ben Orhan Pamuk’un yerinde olsam, ‘sana ne’ derdim. Sana ne kardeşim... Hatta, daha da ileri gidip, bu tecessüsün ‘pornografik merak’tan kaynaklandığını; pornografik merakın ‘bireysel faşizmleri’, bireysel faşizmlerin de ‘kurumsal faşizmleri’ doğurduğunu söylerdim. Ertuğrul Özkök anlar mıydı, bilmem. Şaraptan anlıyor, müzikten anlıyor, güzel kadından anlıyor. Sosyolog olduğunu da söylüyor. Bunu da anlasın artık.

25 Aralık 2008 Perşembe

Niçin 'özür dilemiyorum'?


Mümtazer

Türköne

"1925 olaylarından zarar gören Ermenilerden Özür diliyorum" kampanyasına niçin imza atmadığını ve katılmadığını Şahin Alpay'ın "Niçin 'özür diliyorum'? " yazıyla aynı gün "Niçin 'özür dilemiyorum'?" başlığı ile Zaman Gazetesindeki köşesinde yazdı....



Niçin

'özür

dilemiyorum'?


"Özür" bildirisini yanlış buldum. Usul ve esasa dair yanlışlıklardan önce, bildirinin kısa içeriği ile maksadı arasında da uçurum var. Yol açtığı akla zarar tartışmalar ve anlamsız kutuplaşmalar başka bir şeyin değil doğrudan bu hataların ürünü.
Önce iki cümleden mürekkep bildiriyi hatırlayalım: "1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum..." İlk cümlenin altına imza koymak, bu hadiselerin dışında kalan üçüncü kişi olmak anlamına geliyor. "Duyarsız kalmak" insanî, özellikle vicdanî olmayan bir durum. "İnkâr etmek" ise hem taraflara hem de üçüncü kişilere yönelik anlamsız bir suçlama. Çünkü "Felaket"i inkâr eden kimse yok. Sadece felaketin boyutları, soykırım olup olmadığı ve suçluları konusunda bir tartışma var. Peşinden gelen ikinci cümlenin varacağı yer ise "bireysel özür" değil bir "acıya saygı" ifadesi olmalıydı. Bildirinin maksadı ile içeriği arasındaki uçurumu da bu "özür" oluşturuyor.
Tarihle hesaplaşmak, bugüne dair sorunları çözmek içindir. Devletlerin, devletleri yönetenlerin farklı zamanlarda, farklı hesapları ve planları olur. Tarih bu hesap ve planların gereği devletlerin giriştiği katliam örnekleriyle dolu. Hiç kimsenin bugüne kadar iddia etmediği ve aklından geçirmediği bir durum: 1915'te yaşanan "Ermeni tehcir ve taktili"nin bir "Türk-Ermeni mukatelesi" olduğu iddiası. Bildiri tek tek bireylerin "kendi payına" düşen sorumluluğun sonucu olan "özür"ü vurgulayarak, "Felaket"i devletin sorumluluğundan alıp halkın sırtına yüklüyor. Ermenilerin doğumla kazandıkları etnik kimliklerinden dolayı gadre uğramaları bir "felaket". Ama, bu topraklarda yaşayanların verili kimliklerinden dolayı "sorumlu" tutulmaları ve onlardan işlemedikleri kabahatleri için özür beklenmesi adaletsizlik ve haksızlık değil mi?
Bugüne dair kestirmeden bir sonuç çıkartalım. Türkiye'nin dev gibi bir "Kürt sorunu" var. Bu sorunun Türkler ve Kürtler arasında bir sorun olduğunu iddia edebilecek biri var mı?
"Özür bildirisi"nin esasa müteallik yanlışları şunlar: Birincisi, tarihçilerin ve devletlerin siyasî bir konu olarak tartıştıkları bir konu hakkında kesin bir hüküm inşa etmek mümkün mü? Bildiriyi imzalayanlardan kaçı, o döneme ait olayları, meselâ İttihat Terakki'nin tehcir kararnamesinin Rum nüfusu da kapsadığını biliyor? Bildiriyi savunanların ve karşı çıkanların hemen ilk elden o döneme dair karşıt tezler sıralamaları, üzerine "sorumluluk ve özür" inşa edilen hükmü tartışmalı hale getiriyor. Halbuki "acıya saygı"yı dillendiren bir metin, bu tartışmaları gereksiz kılabilirdi. İkincisi bu "Büyük Felaket", birçok başka felaketin yaşandığı bir dönemin parçası. Dünyanın hiçbir bölgesi, bizim yaşadığımız topraklara düşen acı ve gözyaşı yoğunluğunun yanına yaklaşamaz. Anayurtlarından sürülen her üç Çerkes'ten ikisinin yolda hayatını kaybettiği Çerkes muhacereti ile milyonlarca Müslüman'ın hayatına mal olan Balkan Felaketi, sadece yakın iki örnekten ibaret.Ulus devletler çağında, ulus devletler arasında tartışılan bir soruna taraf olmak ne ölçüde bir "vicdan" sorunu olarak kalabilir?
"Özür bildirisi" sonrasında zincirinden boşanan ırkçılık, maalesef getirmediğini gösteriyor. Bildiriyi kaleme alanların ve savunanların, bu bildiriyi gündeme getirmekteki amaçlarının tam tersi bir sonuç elde ettikleri ortada değil mi? Bu bildiri konusunda en yapıcı yaklaşımı sergileyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün sülalesinde Ermeni bulunmadığını açıklamaya zorlanması, hangi vicdanı tatmin etti? Hangi acıya saygı getirdi?
Acıya duyarsız kalmamak için biraz da emek harcamak lâzım. Hiç olmazsa Sivas Zaralı Kirkor Ceyhan'ı okuyup, bu topraklarda yaşayan Ermenilerin bu topraklara özgü kültürüne vakıf olmadan yine bu topraklara, yani bize ait acıları hissetmeden hüküm sahibi olmak kolay değil.
Doğrusu "özür" değil, "acıya saygı" olmalıydı.


23 Aralık 2008, Salı - Zaman Gazetesi

Niçin 'özür diliyorum'?


"1925 olaylarından zarar gören Ermenilerden Özür diliyorum" kampanyasına imza atan Şahin Alpay, imzasının gerekçesini Zaman Gazetesindeki köşesinde yazdı....



Niçin 'özür diliyorum'?


"1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor.
Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum." Geride bıraktığımız hafta bir grup yurttaş internet sayfasına konulan yukarıdaki metne imza attı. İlk imzacılar arasında ben de varım. Başkalarının yazdığı metinler altına imza atmaktan kaçınırım, çünkü bir yorumcu olarak, kendimi yetkin saydığım konularda görüşlerimi açıklama imkânım var. Ama bu metni sözcükler üzerinde düşünmeden imzaladım. Neden? Niçin Ermeni kardeşlerimden özür diliyorum?
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılış sürecinde, ilgili bütün halklar büyük trajedilerle karşılaştılar. Bunlar arasında Ermenilerin başına gelenlerin özel bir yeri var. 1915'te Osmanlı Ermenilerinin başına gelen felaketin, Almanya'da Yahudilerin maruz kaldıklarına benzetilebilecek, kimi Ermeni milliyetçilerinin iddia ettiği türden bir soykırım olduğunu düşünmüyorum. Ermeni milliyetçileri Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılıp bağımsız bir Ermeni devleti kurmak için Rusya ile işbirliği yaptılar, terör eylemlerine giriştiler, çok sayıda Türk ve Müslüman'ı öldürdüler. Buna karşılık, Osmanlı hükümeti, daha doğrusu, onun içinde başını Talat Paşa'nın çektiği bir iç klik, başlıca İstanbul ve İzmir dışında yaşayan bütün Ermenilerin Suriye çölüne tehcir edilmesi, yani zorunlu göçe tabi tutulması kararı aldı ve uyguladı.
Tehcire tabi tutulan 1,5 milyon dolayındaki Osmanlı Ermenilerinin yaklaşık yarısı, göç sırasında kimi güvenlik kuvvetleri mensuplarının ve mallarına göz diken haydutların saldırılarına uğrayarak, kimi salgın hastalık ve açlık nedeniyle hayatlarını kaybettiler. Bir kısmı ise Türk ve Müslümanlar tarafından korunarak, din değiştirmek suretiyle hayatta kalabildi. Geriye kalanlar başta Fransa ve ABD olmak üzere Batı'ya göç ettiler. Osmanlı ordusunda görev yapan Ermeniler, savaştan döndüklerinde ailelerinden ve cemaatlerinden kimsenin kalmadığını, mallarına el konulduğunu gördüler.
Ermeni milliyetçileri, Osmanlı hükümetinin tehcir ile niyetinin Nazilerin Yahudilere yaptığına benzer bir şekilde Ermenileri toptan imha olduğu iddiasındalar. Bu iddia kanıtlanmış değil. Türk olmayan, saygın Osmanlı tarihçileri de bu iddiayı desteklemiyor. Ne var ki Osmanlı hükümetinin Ermeni milliyetçilerinin işledikleri suçlar nedeniyle bütün Ermenileri topluca cezalandırmış olduğu konusunda bir tartışma yok. Bugün Türkiye'de, Osmanlı'nın dağılması sürecinde yaşanan bütün trajediler hakkında bilgimiz var. Balkanlar'dan sürülen ve katliama uğrayan, kuzeydoğu illerinde Ermeni isyancılar tarafından katledilen Türk ve Müslümanların, 19. yüzyılın ortalarında Rusya'dan sürülen Müslümanların başına gelen felaketlerin hepsi biliniyor ve serbestçe konuşuluyor. Ama Osmanlı Ermenilerinin başına gelen trajedinin üstü örtülü, özgürce konuşulamıyor. Bu trajedinin sorumlusu elbette ki ne Türkler, ne de Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri; Osmanlı devletini yıkıma götüren İttihat ve Terakki diktatörleri.
Elbette ki Osmanlı Ermenilerinin başına gelenlerde hiçbir şahsi sorumluluğum yok. Ama yurdumda yaşanan ve devletçe üzeri örtülen, tabu kılınan bir trajediden, bir insan ve Türk olarak büyük üzüntü duyuyorum. Bildiriyi imzalamamın başta gelen nedeni, bundan kaynaklanan bir vicdani vecibe. İkinci olarak, Türkiye'nin demokrasisini güçlendirmesini, kötülüklerin tekrarlanmaması için tartışılmayan, aydınlığa kavuşmayan konu kalmamasını istiyorum. Üçüncü olarak, milliyetçilikler çağı gelene kadar yüzyıllarca dostluk içinde yaşayan Türkler ve Ermeniler, Türkiye ve Ermenistan arasında dostluğun yeniden tesis edilmesini önemsiyorum. Türkiye tarihiyle yüzleştikçe, Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının da tarihiyle yüzleşeceğine inanıyorum. İşaretleri şimdiden görülüyor: "Biz Türkiye kadar özgürce tartışamıyoruz... Biz de öldürülen Türk ve Müslümanlar için özür dilemeliyiz... Ermeni arşivleri açılsın..." sesleri yükseliyor.

23 Aralık 2008, Salı Zaman

23 Aralık 2008 Salı

Size genel baskanim diyebilir miyim?


Bekleyip görmek lazım,herhangi bir açıklama gelmediğine göre CHP'ninn böyle bir adaya ihtiyacı yok,açılımda sadece belediye seçimleri ilgili olduğu ama aday bazında değil,sandığa oy kullanacak saf,temiz,yönetmekten uzak,yönetilentürbanlı,çarşaflı,hizmetçiler için olduğu daha da netleşmiş oldu,işte size en güzel çağrı yazara CHP tarafından herhangi bir açıklama yada cevap verilirse burada hemen yayınlayacağız...


Sempatiğim.
Sevimliyim.
Şirinim.
Popülerim, demokratım, liberalim.
Allahın emri, peygamberin kavli ile partinizden göreve talibim.
İster parti yönetiminde görev verin ister belediye başkanlığı…
Hakkâri’ye de razıyım Trakya’ya da…
Göz önünde olmayı bende sevmem, büyük şehir, merkez belde istemem.
Halkçıyım. Paylaşımcıyım. Açılımcıyım.
Vitrin güzeli olmam, yolsuzluk yapmam, halkım için çalışırım.
Biraz çalışırsam iyi nutuk da çekerim.
Çok değişkenim, gelişkenim, her gün bir başka değişir kendimi geliştiririm.
On parmağımda on marifet, gelsin Gürsel Tekin gitsin Kılıçdaroğlu.
Geleni de aratmam gideni de. Partide ikimiz de kalsak tüm Türkiye’ye yeteriz.
Sen konuşursun ben açıklarım.
Nefsime zor gelecek ama ille de çarşaf dersen giyerim.
Yok sen olmazsın dersen, akademisyen, mimar, mühendis, öğretmen, işkadını, ev kadını, ister donanımlı ister onanımlı başkan adaylarım da var.
AKP’ye fark atarız, acayip oy toplarız, o hızla denizler aşarız.
Demedi deme.
*
Yani uzun lafın kısası…
Deniz Bey ben de “şov mov” yapmıyorum. Sizin kadar samimiyim.
“Tarafsız Bölge” programında, “afaki konuşmak olmaz böyle bir örnek başvuru olmadığı için ne söylesek boş” demiştiniz.
Eğer varsa öyle bir durum, bu konuda yerini doldurabilecek pek çok aday çıkarabiliriz.
Yoksa, önümüzdeki ilk genel seçimde, Türkiye’nin belli başlı illerinden bağımsız olarak katılacak başörtülü adaylar çıkacak.
Bu konu artık daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
Eğer seçilirlerse, Merve Kavakçı gibi sessiz sedasız TBMM’yi de terk etmeyecekler.
Refah, Fazilet ve Ak Parti deneyimlerinden sonra, artık muhafazakâr kitleler de “bu meseleyi çözse çözse CHP çözer” kıvamına gelmişken, gelin bu fırsatı iyi değerlendirin.
Sanırım siz bir şeylerin farkına vardınız. Bilmiyorum, ya da birileri…
Başbakanın çarşaf açılımınıza yönelik olumlu tavrına bakılacak olursa, “Dolmabahçe” görüşmesinden sonra askerlerle yapıldığı ileri sürülen “uzlaşma” sanki sizinle de yapılmış gibi görünüyor. (Dindar kitleyi sizin başınıza sardırarak bu ağırlıktan kurtulmak istiyor gibi bir komiklik de yapabiliriz burada. Bu dindarlar adama bir yapıştılar mı, yakanızı bırakmazlar. Yeni kurtarıcı olarak sizi belleyecek olurlarsa, işiniz kolay değil, ona göre… Ama şundan emin olun, sizi özlemini duyduğunuz iktidara götürürler. Hep iktidara getirirler. Sonra memleket meseleleriyle, uluslar arası meselelerle falan uğraşmak zorunda kalırsınız.)
*
Bilmiyorum ne kadar doğru ama… Birileri dindar kesimi devletle barıştırmak istiyor.
Bunun farkına varan “iyi adamlar” Deniz Baykal’ı doğru yola yönlendiriyorlar.
Yoksa.
Bugüne kadar hep gerginliklerden oy almış bir CHP, niye tansiyonu düşürsün?
Bu bağlamda, başörtüsünü dahi sollayacak radikal bir örtünme şekli olan çarşafla meseleye bodoslama girmesini bu açıdan artık önemsemeye başlıyorum galiba.
Çünkü CHP de yeniden şekilleniyor. Baykal’a yönelik en sert eleştiriler de parti içinden geliyor.
Sayın Baykal, sanki 28 Şubat’ın azılı taraftarlarının etkisinden parti içinde de kurtulmaya çalışıyorsunuz, yanılıyor muyum?
Mitingler düzenleyip ortalığı velveleye verenler, dindar insanları ikinci sınıf görenler, onlara bu ülkede hiçbir şeye hakkı olmayan kapıcılar, esnaflar, şehit anaları muamelesi çekenler sizin çevrenizde konuşlanmıştı bugüne kadar.
Onlar sizi hiç de iyi bir yere götürmüyordu.
(Belki muhalefet olmanızı sağlamakla iyi bir şey yapıyorlardı sizin için, bilemiyorum.) *Yoksa bunların hepsi de bir illüzyon mu?
Bir yandan üniversitede okumak isteyen kızlara karşı “tavrımız aynı” derken, bir yandan “biz insanları kıyafetlerine göre değerlendirmeyiz” deyince ne yapmak istediğiniz tam da anlaşılamıyor gibi.
Biraz karından konuşarak meseleye girdiniz.
Süreç içinde netleşmenizi bekliyoruz.


ELİF ÇAKIR - TARAF

22 Aralık 2008 Pazartesi

İçince dağıtanlar


medeniyetin en son göstergesi belkide olmazsa olmazı diyebileceğimiz yüzyılların modern tartışma konusu bu olay,içki içmek,evet yazarın dediği gibi içinçe kendinden geçip dağıtmak marifet.işte gördük 98 post modern darbesini o zamanda bay paşalara alkolikti,memleketi ne hale düşürdüler,alkol içmeyende insan mı olur? Mahalle baskısı nasıl birşeyse onuda anlamadık bir türlü,Doğan medyası yazacak konu bulmayınca yada içinde bulunduğu pisliklerin dışarı çıkmaması için en iyi gündem saptırmasını bu medotla yapıyor sanırım.Ergenakonun en can alıcı sorgulamasının yapıldığı zamanlarda böyle gündem saptırmak güzel bir icraat olsa gerek.bizde sıçramasın,diğer taraftan aklını yitirmiş bir bayanın tabi mason locaları korumalığında saldırılar devam ediyor.daha ne kadar gündem oluşturabileceksiniz göreceğiz.?


Deniz Kuvvetleri Komutanlığı sırasında yolsuzluk yaptığı iddiasıyla yargı önüne çıkarılan ve suçu sabit görülen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil, Ertuğrul Özkök'e bir anısını anlatmış.Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Genelkurmay Başkanlığı sırasında, bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından verilen yemekte, herkes şarap içiyormuş. Hilmi Özkök'ün önünde kırmızı sıvılı bir içki gören bir komutan, "O Hilmi, ne güzel sen de şarap içiyorsun" demiş. Özkök, "Evet, biz de heyete uyduk" cevabı vermiş.O sırada Kıvrıkoğlu söze girmiş ve "Nereden şarap içiyormuş. Önündeki şarap değil, kola" demiş.Ardından da garsona seslenmiş, "Oğlum şuradan şarap getir. Hilmi de doğru dürüst bir içki içsin." Bu tipik bir mahalle baskısı. Kimi insan gerek inancı, gerek sağlık nedeniyle içki içmez.Mesleği gereği de içkili ortamlarda bulunmak durumunda kalabilir.Buna saygı göstermek gerekir.İçki içmek kadar içmemek de hem kişisel bir tercih, hem de haktır.Kalabalık bir ortamda insanlara "İçki içme" demek kadar "İç" demek de bir mahalle baskısıdır.Bu baskı saygı duyulacak bir tavır değildir.Ben içki içerim ama benimle aynı ortamda bulunan insanlara içki içmeleri için baskı yapmayı ayıp bulurum. İnsanların kendi inançları doğrultusunda yaşamaları en temel haklarıdır. Herkes, kendi sınırlarını bilip başkalarının bu hakkına saygı duymak zorundadır.İçki içmeyenler, içenlerin haklarına tecavüz eder, içkili mekânlara bir baskı uygularsa, bu elbette kişisel bir kabalığı aşar ve toplumsal bir baskı biçimine dönüşür.Bu da kabul edilemez. Askeri bir mahkemenin verdiği kararın bir komutanın şarap içip içmemesiyle ilgisi yoktur. Ortadaki iddiaların gerçek olup olmamasıyla ilgisi vardır.Erdil'i sabah-akşam içki içen bir komutan da bu iddialardan dolayı mahkemeye sevk edebilirdi.Burada asıl önemli olan, Erdil'in anlattığı dönemde komutanların içki içip içmemesi değil, başta Kıbrıs olmak üzere hükümetin aldığı kararlara karşı gösterdiği duruştu.O komutanlar sivil otoritenin bu kararları karşısında ne yapmışlar veya ne yapmaya çalışmışlardı bunu sorgulamak gerekir. Hilmi Özkök içki içmezdi ama hem darbe girişimlerine karşı çıktı, hem de sivil-asker ilişkilerinin demokratik ülkeler standartlarına getirilmesine çaba sarf etti. Belki de sadece bu yüzden bir kısım "genç subay"ın hedefi haline geldi.Sivil otoriteyi tanımayan, Kıbrıs'taki diplomatik çözüm arayışından dolayı hükümeti devirmeye çalışan bir ekibin kırmızı şarap içip içmemesi çok önemli değildir.Belki de içmemeleri daha doğrudur çünkü yakın geçmişimiz onların içince biraz dağıttıklarını gösteriyor bize.
Ergun BABAHAN / Sabah

18 Aralık 2008 Perşembe

'KILIÇDAROĞLU ŞEREFİNİ KURTARAMADI!'


"Hatırlayacağınız üzere polemiler başlarken bu konuya Kılıçtaroğlu konusuna değinmiştik.Gerçi iyi konulara değiniyor ama her zaman tutturamıyor birde tuttursa daha iyi olacak,Dişli ve Dir Mingir Fırattaki performansı Gökçekte sergileyemedi.Birde sanki başka gazeteci yok,yahu Dündar zaten her yönüyle sabıklaı ne diye hep o tercih edilir ki,memlekette tv ve spker yoksulluğumu var.bu polemik seçim öncesi dahada alevlenir,ama tabi seviyede gittikçe çukurlaşır.izleyelim görelim bakalım,nereye kadar uzanacak."


Çıkışta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gökçek, Kılıçdaroğlu'nun sorularına cevap veremediğini söylerken Dündar'a da göndermede bulundu
Kılıçdaroğlu'nun söz konusu iddialarını ispatlamak zorunda olduğunu ifade eden Gökçek, ''Birisinin şerefi burada ortada, kim ispat ederse o şereflidir. Sayın Kılıçdaroğlu bu manada şerefini kurtaramadı. Tek yaptığı edebiyat 'Ankara halkını soyuyorsunuz' gibi son derece izafi bir laf'' dedi.
Bugün 25'e yakın iddiada bulunduğunu belirten Gökçek, ''Halkımız şunu gördü; Kılıçdaroğlu sadece insanlara son derece sakin durarak iftira atan bir adam. onun haricinde başka birşey yok. Tam bir balon. Sadece bildiğini söyleyip, istediğini okuyan, katiyen suallere cevap vermeyen biri'' diye konuştu.
Gökçek, bir gazetecinin ''Uğur Dündar'ın taraflı davrandığını düşünüyor musunuz?'' sorusuna ise şu yanıtı verdi:
''Evet Uğur Dündar kesinlikle taraflı davrandı. Sayın Dündar'a programdan önce sadece konuyla ilgili konuşmak şartıyla çıkacağımı söyledim. Buraya geldikten sonra tavrını birlikte gördünüz. 'Melih bey bırakın da konuşsun doğal gaz üzerine konuşuyor' Doğal gaz öyle bir başlık ki doğal gaz üzerine 50 tane konuda konuşursunuz. Bir konu değil ki... Sayın Dündar, geçen Arena'daki olan konunun cevabını ondan alamadı. Devamlı kaçtı, kaçak güreşti.''
Bir gazetecinin ''Tekrar çıkacak mısınız, ikinci bir düello olacak mı?'' sorusu üzerine de Gökçek, birçok iddiada bulunduğunu
ve bundan sonra da Kılıçdaroğlu ile ilgili pek çok konuda açıklama yapacağını söyledi.

11 Aralık 2008 Perşembe

Kurban Karşıtı Haberlere en Güzel Cevap

Kurban kesimi sırasında yaşanan bazı münferit olayları bahane ederek, Kurban ibadetine dil uzatan başta Doğan Medyası http://polemikler.blogspot.com/2008/12/millet-bikti-onlar-bikmadiyine-yaptilar.html vesair odaklara en anlamlı cevap Afrika'dan geldi.

Ruanda hükümetinin Baş Müftüsü Salih Habimana, Türkiye'den gönderilen kurbanlara vurgu yaparak "Beyaz kardeşleriniz sizi unutmadı' dedi.

HAYATLARINDA HİÇ ET YEMEDİLER
Kurban ibadetine dil uzatanlara en güzel cevap, hayatlarında ilk kez et ile tanışan Afrika'nın en fakir ülkesi Ruanda'dan geldi. Resmi dini Hristiyanlık olan Ruanda'nın Baş Müftüsü Salih Habimana binlerce kişinin katıldığı bayram namazı hutbesinde, Ruandalı Müslümanlara Türkiye'den gönderilen kurban yardımlarını hatırlatarak, "Beyaz kardeşleriniz sizi unutmadı. Onlarca saat yolculuk yaparak binlerce kilometre aşarak sizlere yardım getirdi" dedi.

Yenişafak Gazetesi

MİLLET BIKTI ONLAR BIKMADI:YİNE YAPTILAR!


Doğan Medyası bin yıldır olduğu gibi açıkça savaş açamadığı millet değerlerine, inançlarına karşı, farklı kisveler üzerinden karşıt habercilik anlayışını devam ettiriyor; Ramazan Bayramında 'oruç tutumayanlara saldırı' Kurban Bayramında ise "Hayvan Hakları ve hayvanlara zulüm" gibi başlıklarla haber kotarmaya çalışırlar. Bu sefer hayvan hakları şarlatanlığı üzerinden yola çıktılar...




Kurban Bayramı'nda yaşanan bazı olumsuz görüntüleri bahane ederek, kurban ibadetine dil uzatanlar her yıl olduğu gibi, bu yıl da aynı tutumlarını sürdürdü.
Bu bayram olumsuz örnek bulmakta büyük zorluk çeken kurban karşıtları, sonunda çareyi Uluslararası Hayvan Refahı Organizasyonu adına Türkiye'ye gelen Christine Hafner'in gözlemlerine sarılmakta buldu. Olumlu örnekleri görmezlikten gelen çevreler, yaptıkları yorum ve haberlerde adeta kurban ibadetini sorgular nitelikte ifadeler kullandılar.
Bunu hep yapıyorlar
Hürriyet ve Milliyet gazetesi, geçtiğimiz Kurban Bayramları'nda olduğu gibi bu bayramda da 'Bağcıyı dövmek' anlayışını sürdürdü. Yaşanan olumlu gelişmeleri ve olumlu örnekleri gözardı eden Hürriyet ve Milliyet, Uluslararası Hayvan Refahı Organizasyonu adına Türkiye'ye gelen Christine Hafner'in izlenimlerinden yola çıkarak, vatandaşların hayvanlara eziyet ettiğini ileri sürdü. Kurban Bayramı'nın ilk gününde Milliyet, 'Her yerde kan var' başlığı ile çıkarken, Hürriyet ise 'Avrupalı'dan Kurban notu' başlığını kullandı. Kurban haberini manşetine taşımayan Vatan gazetesi ise, objektif habercilik yaparak, kaçan kurbanlıklara yapılan eziyetleri haber yaptı.
Sen git katledilen balinalar icin not al
Kurban denetlemesine gelen Uluslararası Hayvan Refahı Organizasyonu Heyeti Başkanı Christine Hafner'in hayavanlara acı çektiriliyor diyerek kurban kesimine 'kırık not' vermesi tepkilere neden oldu. İzlanda'da yaşanan balina vahşetini hatırlatan vatandaşlar, Christine Hafner'e 'Sen git İzlanda'da katledilen balinalar için not al' dediler. İstanbul'da 'kurban incelemesi' yapan Hafner, raporuna 'Çok üzücü manzaralar var. Hayvanlar kesime hazırlanırken çok zaman geçiriliyor. Acı çektikleri büyüyen gözlerinden belli oluyor. Çocukların önünde kesim yapılıyor. Etler sağlıksız koşullarda parçalanıyor' diye not düşmesi tartışmaya neden oldu. 1986 yılında imzalanan uluslararası balina avı moratoryumuna göre balina avı yasak, ancak bilimsel araştırma bahanesiyle Japonya'nın öncülüğünde İzlanda da bu kuralı ihlal ediyor.
Asıl eziyet onlarda var
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır da Türkiye'de kurban bayramında 4 gün içinde 2.5 milyon hayvanın kesildiğine dikkat çekerek, 'Neredeyse tüm ülkedeki hayvanların dörtte birinin kesildiği bir yerde 3-5 hata çıkması normaldir' dedi. Prof. Dr. Bayındır, Avrupa'nın daima hata aradığına dikkat çekerek, “İnanç farkından da kaynaklanıyor. Hayvanlara karşı tavır itibariyle onların bizim kadar iyi davranması da mümkün değil. Çünkü ben Avrupa'daki mezbahaları dolaştım. Orada büyükbaş hayvanların kafasına 11 santimetrelik bir çivi saplıyorlar” diye konuştu..
Avrupa ne ile besleniyor
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doçent Dr. Emin Işık, kurbanların İslami kurallara göre kesildiğini, bir eziyetin söz konusu olmadığını belirterek, şunları söyledi: “Bizi hayvanlara eziyet etmekle suçluyorlar. Onlar Irak'ta 1 milyon Müslüman'ı katlettiler. Saray Bosna'da Müslümanları katlettiler. O zaman insan hakları açısından neredeydiler. Biz dini vecibelerimizi yerine getirirken, ortaya çıkıyorlar. Avrupalı etle besleniyor. Bizim fakir fukaramız ise kurban bayramında et görüyor.
Samanyoluhaber

5 Aralık 2008 Cuma

SAADET'den CHP'ye GÜZEL AÇILIM,SIRA AKP'de.....


Yerel seçimler yaklaştıkça daha çok polemikler ortaya çıkacağa benziyor,çarşaftan sonra başı açıklar sanırım kısa zamanda plajta bikinilere de rozet takılır bellimi olur.bekliyoruz.Daha önceki polemik yazılarımızda da belirtmiştik bu konuyu daha su taşıyacağa benziyor bu değirmen.bekleyelim görelim.bakalım plajdaki bikinilere kim takacak en iyi rozeti........ iyi eğlenceler



Saadet'den CHP'ye 'başı açık' destek!
Diğer SİYASET haberlerini okumak için
tıklayınız...

CHP dün Sultanbeyli’de imam aday açıklayıp başörtülülere rozet takarken Saadet Partisi de yeni ilçe Sultangazi’de başı açıklara rozet taktı. İşte o kareler:


Ersin Çelik'in haberiYerel seçimler öncesi siyasi partiler hemen her her gün farklı bir ilçede yeni katılım törenleri düzenlerken, Saadet Partisi ve CHP dün adeta birbirlerine nazire yaptı.
Çarşaf açılımı ile siyasete renk katan CHP, İstanbul’un muhafazakâr kimlikli ilçesi Sultanbeyli’den Sultanahmet Camii eski imamı Osman Nuri Bedir’i belediye başkanı olarak açıklarken aynı saatlerde Saadet Partisi’nin de Hamza Yerlikaya Spor Kompleksi’nde aralarında başı açıkların da bulunduğu vatandaşların partiye katılım töreni vardı. Sultangazi Saadet Partisi İlçe Teşkilatı’nın Hamza Yerlikaya Spor Salonu'nda düzenlediği katılım törenine katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, aralarında çok sayıda başı açık yeni üyeye partisinin rozetini taktı. Seçimler öncesi partilerin açılımlarına da değinen Kurtulmuş, DTP’nin Kürt, CHP’nin çarşaf kartı ileri sürdüğünü kaydederek, “Ama oyun bitti. Hepinizin kartlarınızı toplayın. Saadet Partisi yeniden geliyor” diye konuştu. Konuşmasında dünyanın büyük bir kaosa sürüklendiğini dile getiren Saadet lideri Kurtulmuş, küresel mali ve mortgage krizlerinin yanı sıra gıda ve enerji sorunlarının da dünyanın yaşayacağı yeni krizler olduğunu söyledi.Dünyada sadece küresel mali krizin olmadığını, tüm dünyayı kapsayan uygarlık ve medeniyet krizi yaşandığını ifade eden Kurtulmuş, bankacılık sektörünün iyileştirme adı altında yabancılaştırıldığını belirtti. "Bugün bankacılık sektörünün yüzde 54'ü yabancıların eline geçmiştir. Başbakan kriz nedeniyle bankacılara fırça atıyor. Halkbankası'na, Vakıfbank'a, Ziraat'a fırça atarsınız da, hadi HSBC'ye, Citybank'a, Deutschebank'a fırça at" diyen Numan Kurtulmuş, Başbakan Erdoğan’ın IMF konusunda ‘Ümüğümüz sıktırmayız’ deyip ardından ABD’de ‘Biz sizden para istemeye geldik’ demesini eleştirdi.

4 Aralık 2008 Perşembe

Melih HÖKÇEK,KILIÇTAROPLU POLEMİĞİNDE 2.PERDE

Dediğimiz gibi bu polemik su götürür gittikçede büyür diye bu yine iyi günleri eğer Kılıçtaroplu kaçmaz ve tv ekranına çıkmayı kabul ederse işte o zaman polemiğin en dinamiği yaşanacak demektir.bekleyip görelim.

Kılıçdaroğlu'nu yakaladımmı bırakmam
Diğer SİYASET haberlerini okumak için
CHP'li Kılıçdaroğlu'nun sayaç yolsuzluğu ile suçlayıp düelloya davet ettiği Melih Gökçek çok iddialı. Bayram sonrasına kalan düelloda Gökçek elinin gücünü şimdiden gösterdi


Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, CHP Gerup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendisine çok çirkin iftiralarda bulunduğunu belirterek, "Melih Gökçek dahil kim olursa olsun yolsuzluk yapmak şerefsizliktir" dedi.
Halk Ekmek Fabrikası tarafından özürlülere dağıtılan simit büfelerinin törenine katılan Gökçek, gazetecilerin sorularını cevapladı. Bir gazetecinin 'Kemal Kılıçdaroğlu ile bayramdan sonra televizyona ne zaman çıkacaksınız? yönündeki sorusu üzerine Gökçek, Kılıçdaroğlu'nun kendisinden kaçtığını söyledi. Kılıçdaroğlu ile karşı karşıya gelmesi halinde kendisini balon gibi patlatacağını belirten Gökçek, Türkiye'de bir takım kişilerin kahramanlığa soyunduğunu ifade etti. Gökçek, "Türkiye'de kahramanlığa soyunan kişilere medya ciddi anlamda önem veriyor. Kişiler de kendinden geçip herkese iftira atmaya başlıyor. Kılıçdaroğlu benim hakkımda çirkin iftiralarda bulundu. Özellikle bizi yolsuzlukla suçladı. İnsanlara iftira atmak şerefsizliktir. O gün kimin şerefli olduğu ortaya çıkacaktır. Kılıçdaroğlu'nu ekranda yakaladığım an bırakmam. Kılıçdaroğlu cenazesinin olduğunu söyledi. Kendisine Allah rahmet eylesin diliyorum. Cenaze dönüşü karşıma gelmesini bekliyorum" diye konuştu. Gökçek, Kılıçdaroğlu'nun iddialarını iftara olduğunu belirterek, "Melih Gökçek dahil kim olursa olsun yolsuzluk yapmak şerefsizliktir" dedi.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Gökçek: Kim şerefsiz belli olacak



Anket firmalarının şansını zayıf göstermesi üzerine canlı yayına bağlanan Melih Gökçek, 'iddiaya varmısınız' dedi CHP'li Kılıçdaroğlu'na da meydan okudu.

CNNTürk'te Ahmet Hakan'ın sunduğu Tarfasız Bölge programıda yerel seçim masaya yatırıldı. Programa katılan anket firmaları temsilcileri yerel seçimlerde Ak Parti için Ankara'nın kritik bir noktada olduğunu vurguladılar. Ankara'da Murat Karayalçın'ın CHP adına adaylığını açıklamasından sonra bir önceki seçimde SHP ve CHP oylarının toplamnın Melih Gökçek'i zora sokacağını ileri sürdüler.
Bazı anket firması temsilcileri de MHP dahil sağ seçmenin de Gökçek'e karşı Karaylaçın'ı destekleyebileceğini vurgulayarak, Gökçek'in önceki gibi seçimi kazanmasının kolay olmayacağını açıkladılar.
Yayına telefonla bağlanan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, tüm konuklara meydan okuyarak "Varmısınız iddiaya" dedi. Gökçek, Karayalçın için anket yapan firmalara iş vermediği için kenidisinin şansının az gösterilmeye çalışıldığını belirtirek kendi yaptırdığı anketlerde şansının yüzde 60'lar dolayında olduğunu belirterek Karayalçın'ın ise yüzde 26'larda gözüktüğünü vurguladı. Gökçek, MHP'lilerin de Karayalçın'a oy verebileceğini söyleyen anket firması temsilcisine " Hangi MHP'li arkadaş geçen seçimde DHP'le işlirliği yapıp, 46 belediyeyi DHP'ye kazandıran kişiye oyunu verir bu onun kanına dokunmaz mı" dedi.
Gökçek, "Karayalçın geçmişte benim için "Unutmam ve unutturmam dedimşti, biz de aynısını diyoruz Unutmadık ve unutturmayacağız." dedi. Karayalçın'ı değişik televizyonlarda tartışmaya çağırdığını söyleyen Gökçek, "Sürekli kaçıyor. Benim aday olmadığım gerekçesiyle karşıma çıkmadığını söylüyor. Ancak ben aday olsam dahi Karayalçın karşıma çıkmayacak biliyorum." dedi.
Gökçek, "Karayalçın 65, Baykal 70 yaşında, ben ikisine de seçimi kaybettiğim takdirde siyasetten çekilceğimi söylüyorum, onlar kaybederse çekileceklermi diye burdan soruyorum" dedi.
Ahmet Hakan'ın Kılıçdaroğlu olayını hatırlatması üzerine Gökçek, "Kılıçdaroğlu, meydanı boş buldu sürkli meydan okuyor. Ben Dengir Fırat'a benzemem. Hakettiği cevabı veririm." dedi.
"Yolsuzluk yapmak şerefsizliktir, ancak haksız yere ithamda bulunmak da şerefsizliktir. " diyen Gökçek, Kılıçdaroğlu'nu kastederek "Ben onun karşısına çıkacam ve kimin şerefsiz olduğu ortaya çıkacak. Yarın (Çarşamba) karşılaşacaktık. Ancak yeğeninin cenazesi olduğunu gerekçe gösterdi ve bayram sonrasına kalmasını istedi. Eğer kaçarsa da bu kez meydanlarda herşeyi ortaya koyacağım. " dedi.

Paltosunu açıp 'hamile değilim' dedi


Gün geçmesin ki bu memlekette yeni polemikler oluşmasın bir ara cezaevinin duvarının delip ilişki ortaya çıktığında herkes nasıl olur demişti.şimdide aynı konu yine sanırım bu kez duvarı değil odayı tercih ettiler ne kadar da olsa adam baba... kaç gündür gündemde düşer diye bekledik düşmeyin cede haberi buraya çektik.evet tam bir polemik.Allahtan paltosunu çıkarmış ya soyunsa idi ne olacaktı.gerçi kadıncağız hamile değili diyor tabi bir kere medyanın ve magazinin diline düşmüşsün artık suçlusun hamile olsanızda olmasanız da bir önemi yok.bu konu baya bir polemik olmaya devam edecek gerçi şimdi yeni bir polemik daha geliyor Melih Gökçek ve meşhur kılıştaroğlu bu baya bir gündem oluşturacak hemde seçim arefesinde bizi izlemeye devam edin daha neler göreceksiniz.sizi şimdi yeni bir polemik yazısı ile başbaşa bırakıyorum iyi seyirler.....

Tutuklu olduğu halde cezaevinde Sedat Peker'den hamile kaldığı iddiaları üzerine eşi Özge Yılmaz gazetecilere bakın nasıl cevap verdi?

Organize suç şebekesi lideri olduğu iddiasıyla yargılanan Sedat Peker'in Kadıra F Tipi Cezaevi'ne kaldığı sırada evlendiği Özge Yılmaz'ın hamile kaldığı iddiaları yalanlandı.

Bugünkü Ergenekon duruşmasında Sedat Peker böyle bir şey olmadığını söylerken, eşi Özge Yılmaz da duruşmayı takip eden gazetecilere mantosunu açarak hamile olmadığını gösterdi. http://limoncasozler.blogspot.com/

Bugün bazı gazetelerde ardından da internet sitelerinde yer alan habere göre Sedat Peker, Kandıra Cezaevi'nde bulunduğu sırada avukatı Özge Yılmaz ile evlendi. Yaklaşık 5 ay önce kıyılan nikahla evlenen Peker ve Yılmaz'ın çocuk beklediği yönünde haberler basında yer aldı. Haberlerin yalan olduğunu söyleyen Sedat Peker bu duruma tepki gösterdi. Peker, Ergenekon duruşmasında böyle bir şeyin olmadığını ifade etti.

Basında yer alan hamile olduğu yönündeki haberler üzerine Özge Yılmaz da, öğleden sonra eşinin de yargılandığı Ergenekon davasının görüldüğü Silivri Cezaevi'ne geldi. İçeride gazetecilere açıklama yapan Özge Yılmaz, üzerine giydiği kabanını açarak, "Bakın hamile gibi bir halim var mı?" diye karnını gösterdi. Eşinin gelmesini istemediğini söyleyen Yılmaz, "Bizi haber yapmayın. Biz sadece mutlu olmak istiyoruz. Bizi rahat bırakın." dedi. http://edebiyatcafe.blogspot.com/

2 Aralık 2008 Salı

TÜRKİYE'DE HARAM REKORU KIRILIYOR


Ne hazindir ki bir polemik konusuda bu olay.Mülüman bir ülkede gerçekten de faiz rekorları kırılıyor,neredeyse çoğu vaizler,Müftüler bile paralarını bankada en yükseğinden değerlendiriliyor, konut kredilerinin fazileri haram olmaktan çıkarıldı.Diyanetimizin bu konularda istediği fetvayı net olarak verememesi cek ve caklarla sızlanması neticesinde ve tabi Müslümanlık laf ve nüfus cüzdanında kaldığı için bu konuda daima magazinsel bir şekilde polemikler arasındaki yerini almakta... güzel polemik yazısını daha sizler sunuyoruz.Buda paranın Müslüman bir ülkenin gündemde kalan polemiği iyi seyirler,pardon okumalar.....

TÜRKİYE'DE HARAM REKORU KIRILIYOR

'Faiz haramdır. Bu çok doğru ve sistemin kanını emen gerçeği, 1400 yıl önce anlatan çok doğru bir kural.' Bu cümleler, Vatan Gazetesi'nin tanınmış bir yazarına ait.
"Faiz haramdır. Bu çok doğru ve sistemin kanını emen gerçeği, 1400 yıl önce anlatan çok doğru bir kural." Bu cümle, islami kesimde yazan bir yazara ait değil. Tam tersine İslami kesime sık sık saldırmasıyla bilinen Vatan Gazetesi'nde ki bir yazara ait.
Vatan Gazetesi yazarı Yiğit bulut, bugünkü yazısında sistemin kanını emen ve dinimizin yasakladığı faiz konusunu ele aldı. Bulut, faizin zararlarını ve insanlar başta olmak üzere ülkelerin kanını nasıl emdiğini örnek ve verilerle aktardığı yazısında ilginç tespitlere de yer veriyor.
İşte Yiğit Bulut'un Vatan Gazetesi'nde yer alan o yazısı...
Türkiye’de “haram rekoru” kırılıyor...Faiz haramdır... Bence “çok doğru” ve “sistemin kanını emen gerçeği, 1400 yıl önce anlatan” çok doğru bir kural...
Türkiye’de “haram rekoru” kırılıyor...
Faiz haramdır... Bence “çok doğru” ve “sistemin kanını emen gerçeği, 1400 yıl önce anlatan” çok doğru bir kural...
Peki “yüksek kalan faiz” kimin için olumlu?
Siz yorulmayın, hiç zahmet etmeyin ben söyleyeyim: Parayı yani borcu veren ve sistemi dengede tutmak açısından diğer taraftan parayı “fazlasıyla” alan için olumlu...
Daha açıkçası borç veren para sahipleri, bankalar ve borç alıp günü kurtarmaya çalışan siyasi otorite için...
Peki böyle bir faiz ile reel olarak “iş yapmak”, finansal anlamda ise sermaye piyasalarının gelişmesi mümkün mü?
52 milyar dolar faize
Sonuç 1: Türkiye’deki toplam paranın yüzde 90’ından fazlasının yüzde 10’un elinde olduğunu bilir ve bu gerçeğe Türkiye’ye rant kazanmaya gelen yurtdışı kaynaklı para gerçeğini de eklerseniz, ortaya şöyle bir sonuç çıkar: Faiz yükselince, Türk halkı cebine girmesi gereken paranın daha büyük bir bölümünü ’risk görüp’daha fazla prim talep edenlere aktarıyor...
Sonuç 2: Matematik ispat mı istiyorsunuz? Çok uzağa gitmeyin 2004 yılında halk olarak 70 katrilyon, yani o günün kuru ile 52 milyar dolar faiz harcamamız var. Soralım bu para nerede? http://limoncasozler.blogspot.com
Sevgili dostlarım, kutsal kitaplara bile “haram” tespiti ile giren ve modern ekonomistlerin “katalizör” veya “dengeleyici” olarak tanımladıkları faiz dinamiği, ekonomideki hastalığın belirtisidir... Hastalık yayıldıkça faiz artar, hastalık azaldıkça faiz düşer... Hastalığın her zaman “gerçek” olması da gerekmez, sanal ve beklenti kırılması odaklı da olabilir... Sebebi de çok açıktır sağlıklı bir ortamda sizinle beraber bu ülkede paralarını tutmak isteyenler sizden “düşük risk” primi talep ederler. Ortam bozuldukça ve algılama değiştikçe risk primi istekleri artar ve sonunda, siz onları davet etmemenize rağmen sistem öyle kurulduğu için, aynen 2004 yılında olduğu gibi, bütçenizin yarısını onlara aktarır hale gelirsiniz...
Sonuç 3: Faiz, bir ekonominin dengeleyicisi gibi görünse bile aslında sistemi kuranların kurnazlığı sonucu “varlık transfer eden” yerine “çözüm” gibi gibi görünen bir dinamiktir... Siz “denge konumunda” kaldığınızı düşünürken, sizin denge konumunda kaldığınızı sanmanızın bedeli “varlıklarınızın transfer edilmesidir...” http://edebiyatcafe.blogspot.com
Sonuç 4: Sistem gereği siz hiçbir şey yapmasanız dahi bir süre sonra yüksek faiz talebi doğabilir. Ülkeler krize girer, sonra yeniden sakinleşir. Bu da sistemi kuranların ’dayandığı “büyük birader” mantığı içinde’tez-antitez döngülerinin çalışarak “birilerini daha zengin” ettiği yapıdır...
Sonuç: Türkiye’de “bu faiz seviyesi” oldukça ve “birileri” bu seviyeleri hedef olarak gördükçe “ne reel sektör”, ne de SERMAYE PİYASALARI GELİŞEMEZ! Ve malesef Türkiye “haram rekoru” kırmaya “haram olanı” vermeye devam eder! Türkiye “ödediği bu faizden kurtılamadıkça”, bu çarkı kırıp dışına çıkamadıkça asla ama asla KALKINAMAZ!